Azap Bahçesi




Yakınında, çimenin üstünde kömeçini yumuşak bir biçimde sallayan bir düğünçiçeğini aldı ve büyük bir incelikle, yavaş yavaş, sevgiyle kurumuş kanın yer yer çatladığı kırmızı parmakları arasında çevirdi:

-Harika değil mi?.. değil mi? diye yineliyordu onu seyrederken... Ufacık, kırılgan... ve yine de bütün bir doğa... doğanın bütün güzelliği ve gücü... Dünyayı içine alıyor... Arzusunun sonuna dek giden cılız ve acımasız organizma!.. Şu çiçekler ne acımasız, milady... Sevişirler...sevişip dururlar hep... Her yönden... Ondan başka şey düşünmezler... Haklılar!.. Baştan mı çıkmışlar?.. Çünkü Yaşam’ın tek yasasına boyun eğerler, Yaşam’ın tek gereksinimi olan sevişme isteklerini mi doyururlar?.. Bakın şuna!.. Çiçeğin tek cinsel organı var, milady... Bir cinsel organdan daha sağlıklı, daha güçlü ve güzel bir şey var mı?.. Şu harika taçyaprakları... şu ipekler, şu kadifeler... şu tatlı, yumuşak, okşayan kumaş... cinsel organların bütünleştiği, geçici ve ölümsüz yaşamlarını aşkla esriyerek geçirdikleri kokulu yatak. Bizim için ne hayran olunası örnek!

Çiçeğin taç yapraklarını açtı, çiçektozlarıyla yüklü erkek organları saydı ve yine maskaraca bir hayranlığa boğulmuş gözlerle:

-Bakın, milady!.. Bir... iki... beş... on... yirmi... Nasıl da titriyorlar! Bakın!.. Bir tek dişinin istekli kasılmasına yirmisi birden karşılık veriyor! Heh, heh, hee!.. Bazen tersi!..

Çiçeğin taçyapraklarını birer birer kopardı.

-Ve aşkla tıka basa doyduklarında yatağın etekleri yırtılır... yatak odasının çarşafları dağılıp düşer... Ve çiçekler ölürler... çünkü artık yapacak hiçbir şeyleri olmadığını bilirler... Ölürler, daha sonra yeniden aşka doğmak için!..

Octave Mirbeau

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder